ÇÖP TENEKESİ
Zaman Değişti..Zaman
hangi zaman ve neyin zamanı bilemiyorum. Endüstri Devrimi’nden sonra değişen
yaşam tarzları ve insanların koşuşturmaları beni düşündürüyor. Önceden ürünün
iyi üretilip sadece iyi satışlar elde etmesi bir firma için yeterliyken, şimdi
markalar konuşuyor. Ben de bu markalara ruh katıyorum, çünkü artık iyi
üretilmesi yetmiyor. Herkes çokça üretiyor ve kimse hata yapmak istemiyor.
Pazarlamacılarsa soyut değerlerle markayı açık arttırmaya çıkarıyor.
Ben de
bir pazarlamacıyım, her sabah uyandığımda sırtımda kocaman bir yükle birlikte,
sabah saat 7.00 ‘de yollara koyulurum. Hele işe bir geç kalıvereyim, müdürüm
tepemde dikilir. Evet, gerçekten evime gelir. Biraz önce Endüstri Devrimi dedim
ya; insanın önemi yoktur işte; iş önemlidir. Başıma bir şey gelmiş olamaz, ancak
ve ancak işi kaytarmışımdır. Zaten mesleğimi de pek sevdiğim söylenemez; babamın
o adama olan borcundan dolayı sürünüyorum. Yoksa bu işler bana göre değil.
Elbette makineler ve insanların makineleştiği toplumlar hiç de dikkatimi
çekmiyor. Kız kardeşim Grete de bana benzese gerek, konservatuarda öğrenci olmak
en büyük hayalidir. Benim mesleğim bir de bu göreve hizmet ediyor. İnsan kendi
vazgeçtiklerinden sevdikleri vazgeçmesin diye kürek çekip duruyor işte. Ya ne
sandınız? Ekmek kazanmak zor değil miydi, aslanın midesinden ekmek almak bile
zor artık demiyor muyduk? Hangimiz bu değişimi fark ediyoruz? Ya da hangimiz
Heraklitos’un “ Değişmeyen tek şey değişimin kendisidir“sözünü onaylamaktan
ileri gidiyoruz? Bu sorunun cevabı da kolay değil,
biliyorum.
İçine çeken ekonomik düzen..Bu arada
kapıyı açmam için saatlerdir kapıyı yumruklayan ve güya benim için endişelenen
ailem ve müdürüm Gregor diye seslenmekten ne zaman vazgeçecekler onu da merak
ediyorum. Çünkü bugün dizlerimi iyi hissetmiyorum. Benim için şuanda kapıya
doğru yürümek ve onlara nasıl kötü olduğumu anlatmak neredeyse imkansız
diyebilirim. Kendimi bir böcek gibi hissediyorum. Hani herkesin tiksindiği ve
ilk fırsatta ezmek istediği böcek var ya işte onun gibi. Ama tüm bunlara rağmen
o böceğin aslında kimseyi korkutmak istemediğinde yaptığı gibi ben de çarşafı
üzerime çekiyorum… Derin bir uykuya daldığımda gördüğüm ilk rüyaysa; gerçekten
kocaman bir böceğe dönüştüğüm oluyor. Israrlara dayanamayarak kapıda
bekleyenlere kendimi gösteriyorum ve beraberindeki korkularından sonra yalnız
kalıyorum. Artık kimse yanıma yaklaşamıyor, önüme koyulan yemeği yiyorum ve
kendi isteklerim önemini yitiriyor. Onlar nasıl istiyorsa öyle yaşıyorum… Sonuç
yine hüsran oluyor. Tüm ömrüm babama yardım etmek ve yaranmakla geçmesine
rağmen, hizmetçimizin elindeki bir süpürgeyle cenazemi çöp tenekesinde
buluyorum… Herkesin yediği, ama sonradan midesi bozulduğu yemeklerin
kırıntılarıyla beraberim. Kapitalizm insanların hayatlarına girdikten sonra,
insanların çöpe giden değerleri de yanı başımda. Adeta gözlerimi kapatmadan
önceki hayatım ve geçmişte terk edilmiş yaşantıların kokuşmuş gerçeklikleriyle
aynı sofrada oturuyorum. Düşünebiliyor musunuz insanlar mektuplarını bile çöpe
atmış. 2000’li yıllardan önceki mektuplar…
Kaybolan
duygular..Artık insanların duyguları anlık mesajlara dökülüyor…
Süregelen duygular anlık duygularla yer değiştiriyor. Kırılan kalpler göz ardı
edilerek, işçi emekleri de bir kutuya sığdırılıyor. İşte tüm bu olaylar olurken,
insanlık kendi elleriyle kapitalizm çorabını başlarına örüyor. Değişimin farkına
varamayanlar ve değişime müdahale edemeyenler, en iyisi ben de bu döngünün bir
parçası oluvereyim diyor. Ben ne yapıyorum; kendim için ben ne yapıyorum? Herkes
her şeyi geliştirmek ve değiştirmek için uğraşırken, ben değişimin neresindeyim?
Neden değişim için dizlerim daha yorgun, ama kendime ayırdığım süre daha az?
Bunca çabama rağmen, hazıra dayanmayan paramız bittiğinde evimize aldığımız
kiracılar bile neden beni bir böcek gibi görüyor? Ona kim izin veriyor?
Biliyorum, kapitalizm sen yapıyorsun. Babam üzerinden çıkarmadığı üniformasıyla,
annem ev işleriyle boğuştuğu mutfakta ve bense üzerime taktığım sorumluluk
şapkasıyla sana hizmet ediyorum. Hele bir karşı geleyim, bugünkü gibi dizlerim
ağrır; üzerimdeki yükün ne kadar ağır olduğunu hissederim ve insanlar da beni
seninle barıştırmaya çalışır… Ama üzgünüm, ben artık önüme konan yemeği
yiyemiyorum. Ve ölüme rağmen, açlığı tercih ediyor ve nefesi kokmuş bir böcek
gibi sana veda ediyorum.
Benim penceremden gözüken karanlık dünya ve
Kafka’nın gözleri..İşçilerini ve Gregor’u bir makine olarak gören
patronların, kapitalizmin en büyük askerleri olduğundan hiç şüphem
yok.Değiştirilen aile yapıları ve toplumun kalıpsallaşması da kapitalizm
çabasının bir ürünü olduğunu düşünüyorum.Gregor bir böcek gibi işe yaramaz ve
hor görülen olurken, sisteme hizmet eden ,komuta edilen bir askerden farksız
değildi.Üstelik bu karanlık dünyada ,yaşanan tüm bu karmaşaların olağan olarak
vitrinde yerlerini almaları, ama farkındalığı olan Kafka’nın bu dünyanın
karanlık penceresinden kendi içine bakmaya çalışması üzerinde düşünülmesi
gereken bir durum.Bence,bu trajedinin onun gerçek hayatındaki babasıyla olan
ilişkisiyle ,hatta babasıyla bir türlü iyi olmayan ilişkisiyle alakalı olduğunu
söylemek de yanlış olmaz.